Nörogenetik
Dr. Nerses Bebek
Toplumdaki hastalıkların çoğu bir veya daha fazla gen ile çevresel faktörlerin etkileşimini içeren karmaşık nedenlere bağlı olarak gelişir. Bu hastalıklarda bazen tek bir gen bozukluğu hastalığı oluşturabilir, Farklı nörolojik bulguların birarada olduğu 200’den fazla kalıtsal nörolojik tek gen hastalığı bilinmektedir. Bunlar içinde Huntington Hastalığı, kas distrofileri sık karşılaşılan ve iyi bilinen örneklerdir. Ancak nörolojik hastalıkların çoğu (yaklaşık % 90’ı) çevresel nedenler genetik yatkınlığa eklendiği zaman gelişir. Yani mültifaktöryel olarak adlandırılan bu bozukluklar genetik ve çevresel etkilerin bileşimi sonucu oluşur. Kanserler, hipertansiyon gibi nörolojik hastalıkların çoğunluğu (epilepsi hastalıklarının çoğunluğu, migren, Parkinson ve Alzheimer Hastalığının ailesel olmayan şekilleri) bu duruma örnek olarak verilebilir.
Genetik bilimi, genlerin yapısı ve işleyiş şekilleri, görevlerini, çocuklara kalıtım özelliklerini ve toplumdaki dağılımı ile ilgilenir. Bu kadar geniş bir alanı kapsayan genetik bilimi farklı dallara ayrılır. Temel olarak klinik ve laboratuar dışında genetik danışmanlık önemli bir yer tutmaktadır.
Eski dönemlerden beri canlıların fiziksel özelliklerinin (fenotip) kalıtılabildiği bilinmektedir. İnsanda 23 çift kromozom bulunur. Kromozomlar DNA adı verilen genetik bilgiyi nesilden nesile taşıyan kimyasal parçaları içerir. İnsanda 30 bin civarında gen vardır. Çocuklar genin, herbiri anne ve babadan kalıtılan 2 kopyasını taşırlar.
Son 50 yılda gelişen bilim ve teknolojiye paralel olarak bilgi birikimi hızla artmıştır. Aile içi ve toplumda hastalıkların dağılımına, oluşumuna, kontrolüne neden olan genetik fatörlerin incelenmesi, hastalıklar ile genetik alt yapı arasındaki ilişkilerin belirlenmesi, gen – çevre etkileşimi konuları genetik epidemiyolojik çalışmalar yapılmaktadır.
Bu tip hastalıklarda en önemli sinyaller ve uyarılar nelerdir?
Nörogenetik hastalıklar sinir siteminin birçok farklı kısmını etkileyebilir. Örneğin sadece kaslar etkilediğinde güçsüzlük, yorgunluk, merdiven çıkamama, kaslarda erime görülebilir. Beyinin belli bölgeleri etkilendiğinde unutkanlık günler, yıllar içerisinde artarak ilerleyebilir, Parkinson hastalığında olduğu gibi hareket sorunları görülebilir. Aslında toplumda iyi bilinen nörolojik hastalık bulguları görülür. Bu hastalıklar bazen ailede de görülebileceği veya toplumda sık olduğu için hasta ve yakınları tarafından kolay farkedilir. Ancak her hastanın ailesinde hastalığın görülmesi şart değildir veya çok nadir görülen tanınmamış hastalıklar da olabilir.
Bireylerin ve ailelerin nelere dikkat etmesi gerekir?
Normal yaşantısı dışında gelişen her bulgu devamlılık gösteriyorsa mutlaka doktora başvurulmalıdır. Bazen bulgular sins ilerleyebilir veya doğumdan itibaren olduğu için olağan kabul edilebilir. Ancak akranları gibi koşamadığı farkedildiğinde çocuğun bir sorunu olabileceği akla getirilmelidir.
Genetik hastalıklar genlerle ilişkili bir sorun olduğunu, ailesel hastalık ise o ailede birden fazla bireyin etkilendiğini belirtmektedir. Dolayısıyla ailede o hastalığın olmaması hastalığın genetik olmadığı anlamına gelmemektedir.
Bir diğer önemli nokta akraba evliliğinin, daha önce ailede olmasa da genetik hastalığın, ortaya çıkmasını kolaylaştıran en önemli durum olduğunun akılda tutulmasıdır. Hatta aynı aileden olmasa dahi, hastalığın ve genlerinin sık görüldüğü bir bölgeden olan evlenmelerde dahi risk artmaktadır.
Çevre faktörleri ile genlerin etkileşimini her zaman net olarak belirlemek zordur ama sigara içenlerde kanser olasılığının artması buna en iyi örnektir. Bu nedenle sağlıklı yaşamak önem taşır.
Ailede hastalık olduğu bilinmekteyse mutlaka o hastalığın genetik nedeninin teknik imkanlar elverdiğince anlaşılması gerekir. Böylece evlenmeler, doğacak olan çocukların durumu hakkında genetik danışmanlık verilmesi daha kolay ve net olmaktadır. Genetik neden anlaşılamasa da klinik olarak bu riskler belirlenebilir ve ailelere bilgi verilebilir. Bu nedenle hamileliklerin danışılarak planlanması önem taşır.
Bu tip hastalıklarda en son teşhis ve tedavi yöntemleri nelerdir? (Dünya’da ve Türkiye'de)
Son yıllarda genetik biliminde olan hızlı gelişmeler, insan genleri ve genetik hastalıklarla ilgili bilgilerimizi arttırmıştır. 1953’te DNA’nın çift sarmal yapısının gösterilmesi, 1985’te polimeraz zincir reaksiyonunun kullanıma girmesi ve 1990’larda insan genom projesi ile tüm alanlarda olduğu gibi nöroloji genetiğindeki gelişmeler hız kazanmıştır. 1961’de fenilketonüri (FKU) yenidoğanda ilk metabolik bozukluk, 1983’te Huntington ilk haritalanan genetik hastalık ve distrofin geni ile Duchenne Müsküler Distrofisi (DMD) ilk moleküler tanı uygulanan hastalık olmuştur.
Rekombinant DNA teknolojisindeki gelişmeler ile pozisyonel klonlama, polimeraz zincir reaksiyonu (PZR) ile mutasyon taraması ve bağlantı analizi çalışmaları daha kolay hale gelmiştir.
Sorumlu geni saptanmış olan genetik sendromların tanısı moleküler genetik testler kullanılarak doğrulanabilmektedir. Bunlara örnek olarak spinal müsküler atrofi, müsküler distrofiler verilebilir. Sadece kromozom lokalizasyonu bilinen hastalıklarda ise bağlantı analizi gibi dolaylı yöntemler kullanılabilir.
Genetik tanı testleri klinik uygulamada şüphelenilen bir hastalığın tanısını doğrulamak, ayırıcı tanıda yer alan hastalıkları dışlamak, sağlıklı bir kişide hastalığın oluşacağını öngörmek (prediktif tanı), taşıyıcıları belirlemek, bir çiftin çocuk kararına destek olmak (prenatal), için kullanılabilir. Prenatal tanı, genetik hastalığı olduğu bilinen ailenin çocuğuna doğum öncesi tanı verilmesi amacıyla yapılır. Ancak SMA, DMD gibi hastalıklarda uygulanır. İleri yaşta başlayan hastalıklar için uygulanmaz.
Genetik temeli henüz bilinmeyen klinik durumlarda aile çalışmaları önem taşımaktadır. Bu durumlarda fenotipin tanımlanması, aile bireylerinin değerlendirilmesi, aile ağacı çalışmaları ile kalıtım modeli belirlenebilir. Kalıtım paterninin anlaşılması klinik açıdan riskin belirlenmesi ve seçilecek genetik incelemeler açısından önem taşır. Klinik olarak değerlendirilen ailelerde uygun çalışma gruplarının oluşturulması, klinisyenler ve genetikçiler arasında işbirliğinin sağlanması en önemli aşamadır. Ancak tüm bu inceleme ve araştırmalar uzun, masraflı ve emek gerektirmektedir. Kan şekeri ölçümü gibi kolaylıkla sonuç vermek ve sonucu yorumlamak çoğunlukla kolay değildir.
Ailenin değerlendirilmesi ve genetik incelemelerin planlanması sırasında etik kurallar titizlikle uygulanmalıdır. Her birey hastalık, yapılacak incelemeler, amaç, olası sonuçlar hakkında ayrıntılı olarak bilgilendirilmelidir. Hasta ve ailesine araştırma kesinlikle amacından büyük gösterilmemeli, umut verilmemeli, olabildiğince açık davranılmalıdır.
Genetik hastalıkların tedavisi için bugün geliştirlmiş özel bir yöntem yoktur. Mevcut tedavi yöntemleri uygulanır. Ancak gen terapisi, kök hücre çalışmaları devam etmektedir.